Pazartesi, 2024-04-29, 3:33 PM


Main
Registration
Login
HOŞGELDİNİZ
Welcome Konuk | RSS  
Menü

Sizin Oylarınız
Sitemizi Nasıl Buluyorsunuz
Total of answers: 256

Main » 2008 » Eylül » 9 » Aziz Efendi
Aziz Efendi
0:44 AM
Aziz Efendi
 
 

 

Hz. Peygamber yaşantısı

Ağustos 25, 2008

Sadelik ve samîmiyet, Rasûl-i Ekrem Efendimizin yüksek seciyesinin (karakterinin) başlıca iki vasfını teşkil ederdi. Peygamberimiz gayet sade yaşar, gayet sade giyinir, gayet sade yemekler yerdi. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, yer üstünde oturmaktan çekinmezdi.

Her şeyde sadeliği tercih ederdi. Kendisine güzel bir yemek verilse ona iştirak eder fakat, umumî olarak, bir türlü yemekten fazla yemezdi. İslâm dininde dünyayı bırakmak yoktur. Müslümanlık rahipliği yasaklayan bir dindir.

Bir müslüman, halâl olan bütün dünya zeveklerinden faydalanır. Fakat, Peygamberimiz, zevkler içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Esas vazifeyi ihmale sebep olması bakımından, başkalarının zevklere dalmalarını da yasaklardı. Mertçe görünebilmeleri için, erkeklerin ipekli elbise giymelerini istemezdi. Kendisinin devamlı olarak giydiği, keçi kılından örme elbiseydi. Son nefesini de böyle elbise içinde vermiştik. Dünya elbisesine ehemmiyet vermezdi.

- “Dünya eşyasının bana ne lüzumu var? Benim, dünya ile alâkam, yolunda giderken bir ağaca rastlayan, öğle vakti dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcunun alâkası gibidir.” derdi.

Hicretin dokuzuncu yılı elde edilen ganimetler sayesinde, Medine’de ashabın durumu düzelmiş, umumî refah artmıştı. Fakat, Peygamberimizin evi, eski halini muhafaza ediyordu. Bütün evinin mefruşatı: Bir yatak, bir hasır, bir toprak su ibriği gibi basit eşyadan ibaretti. Yatağı: Bir örtü, deriden bir şilte veya iki katlı bir kumaş parçasıydı. Rasûl-i Ekrem, birçok gecelerini yemeksiz geçirirdi. Günlerce bacası tütmez, aylarca evinde ışık yanmadığı olurdu. Bütün ailesi, yalnız hurma ve su ile geçinirdi:

Hazreti Âişe diyor ki: “Peygamberimizin vefatı zamanı, evimizde yiyecek olarak, bir miktar yulaftan başka bir şey yoktu.”

Rasûl-i Ekrem: “Bu dünyada, bir misafire bu kadar eşya kâfidir.” derdi.

Halbuki, devletin hazinesi, Rasûl-i Ekremin emrindeydi. Fazla olarak kendisine ashabın zenginleri, her şeyi seve seve sağlarlardı. İslâm tarihçileri derler ki: Cenabı Hak, bütün dünyadaki hazinelerin anahtarlarını ona vermiş, fakat, O reddetmişti.

Hazreti Ömer, Rasûl-i Ekremin odasını, bir ziyaretinde şöyle anlatıyordu: “Rasûl-i Ekremin sırtında bir ihramı vardı. Bir tarafta çıplak bir sedir, üzerinde deriden bir yatak, bir köşede bir avuç yulaf, bir post, boş bir su tulumu gördüm. Bu görünüş karşısında ağladım. Rasûl-i Ekrem sebebini sordu: “Üzerinde yattığınız yatak, vücudunuz üzerinde iz bırakmış. Bütün malınız bu oda içinde. Kayserler ve kisralar, dünyanın bütün zevkini sürdükleri halde, siz, Allahın Peygamberi, böyle bir hayat geçiriyorsunuz!” diye cevap verdim. O zaman, Rasûl-i Ekrem: “Ey Hattâboğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, âhiret nimeti de bizim olsun!” buyurmuştu.
 

Hz. Peygamber’in Herakliyus’a gönderdiği mektup

 

Yemenli bir koleksiyoncu, Hz. Peygamber Muhammed (sav)’in Herakliyus’a gönderdiği mektubun orijinalini 41 milyon dolara satışa çıkardı.
 

Peygamberimizin doğduğu yer

 

hz-muhammedin-dogdugu-ev.jpg

Peygamberimizin doğduğu binanın yerinde bugün bir ‘halk kitaplığı’ bulunuyor. Suudi Arabistan yönetimi Hazreti Muhammed SAV’in dünyaya geldiği mekânın ziyaret yeri yapılmaması için buraya işte bu kitaplığı inşa ettirdi. Arap yarımadasının 1925′te Abdülâziz bin Saud’un eline geçmesinden ve Vehhabi geleneklerine uyularak Mekke’deki Cennetu’l-Muallâ ve Medine’deki Cennetul-Baki mezarlıklarında bulunan türbelerin yıkılmasından sonra sıra İslâmiyet’in ilk günlerinden kalan diğer mekânların da ortadan kaldırılmasına geldi. Hazreti Muhammed SAV’nin doğduğu evin arazisi dümdüz edildi ve üzerinde eski devirlerden kalma ne varsa kaldırıldı. Sonraki senelerde buraya bir bina inşa edildi ve yapılan bu yeni bina halk kütüphanesi haline getirildi.
 

Peygamberimizin gençliği, gençliğin Peygamberi

 

Hayatı peygamberimiz kadar incelenmiş, her hali, her tavrı, her sözü, en küçük detay bile atlanmadan nesilden nesile aktarılmış başka bir insan yoktur yeryüzünde.

Onun hayatını araştırmak, elbette sadece bir merak değildir. Ama bugün, insanlara hiçbir değer katmayan, hatta kimi davranışlarıyla kötü örnek olan ünlü simaların bile ne kadar merak edildiğini hesaba katarsak, Allah’ın “habibim” dediği bir zatı sırf merak için bile olsa bu kadar araştırmak, elbette boşuna olmazdı. Kimdi, daha doğmadan, mucizelerle kendisine karşılama töreni yapılan? Kimdi, “Sen olmasan, kâinatı yaratmazdım” denilen? Kimdi, asırlardır milyarlarca insanın peşinden koştuğu, örnek aldığı, rehberi kabul ettiği?

Bütün bunları, sıradan bir pop yıldızının hayatına duyulan merakla kıyaslamanın abesliği ortada. Ama insanların, özellikle gençlerin neleri merak ettiğine, kimleri örnek aldığına bakarsak, bir yerlerde bir yanlış yapıldığını da görebiliyoruz.

Belki bir ülfet, bir alışkanlık, denizde olup denizi bilmemek… Belki de, bunca kaynağa, bunca bilgiye rağmen, onu (asm) yeterince ve doğru şekilde anlatamamak…

Sevmek tanımaktan geçer. Peki biz onu ne kadar tanıyoruz? O bir peygamber olduğu kadar, bir insandı da. Çocuktu, gençti, yaşı kemale ermiş bir insandı… Bir çocuğun da, bir gencin de, orta yaşlı bir insanın da ondan örnek alacağı çok şey vardı…

Henüz peygamberlik vazifesi kendisine tevdi edilmeden, henüz vahiy gelmeden, nasıl bir “insan”dı, nasıl bir gençti? Peygamber olduktan sonra gençlere bakışı nasıldı?

“Risaletinden önceki gençlik yılları, o kadar berrak ve düzgündü ki, Peygamberliğiyle birlikte, ashabının büyük çoğunluğu gençlerden oluşmuştu” diyor, Aykut Tanrıkulu.

O, gençlerle empati kurabilen, onları anlamaya çalışan bir peygamberdi, Doç. Dr. Adil Bebek’in dediği gibi…

Veli Sırım, “Uğruna âlemlerin yaratıldığı dua”yı anlatırken, “Onun (a.s.m.) duasında bütün insanların bekâsı vardır. Onun (a.s.m.) duasında sadece insanların değil canlı cansız tüm varlıkların, semâvât ehli nuranî varlıkların, mânevî âlemlerdeki her şeyin ortak duası olan sonsuz saadete ulaşma, İlahî rızâya nail olma niyazı vardır” diyor.
 
Hz. Muhammed’in tartışılan evliliği
 

Hz. Muhammed’in hizmetkarı olan Hz. Zeyd, eski eşi Zeynep Binti Cahş (Hz. Zeynep)’i Hz. Muhammed ile evlenmesi için boşar. Ve sonra Hz. Muhammed ile Hz. Zeynep arasında evlilik gerçekleşir. Peki bu olayın gerçek sebepleri nelerdir?

Hz. Zeynep’in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, İslâmiyet’in doğuşundan yirmi yıl evvel Mekke’de doğduğu nakledilmektedir. Bu nakil esas alındığında doğum tarihi için 590 yılı verilebilir. Peygamber Efendimizin (asm) halasının kızı olup, yine tahminen Efendimizden yirmi yaş küçüktür. İslâmiyet’i kabul eden ilkler arasında yer aldı. Asıl adı Berre olmakla birlikte, Peygamber Efendimiz tarafından Zeynep olarak değiştirildi ve bu isimle tanınıp meşhur oldu.

Peygamberliğin ilânı, Müslümanların çektiği işkence ve gördükleri zulümlerden sonra, Mekke’den göç eden kafile içinde Hazret-i Zeynep de yer almıştı. Mekke’den Medine’ye göç etti. Bu sıralarda henüz evli değildi. Peygamber Efendimiz (asm), zaman içinde cahiliyeden kalma gelenek ve anlayışları bir bir ortadan kaldırmakta idi. Bu gelenek ve anlayışlardan bir tanesi de; hürriyetine kavuşmuş olsa bile, daha önce köle olan bir kimsenin hür biriyle evlenmesi hoş karşılanmaması ve kabul edilmemesi idi. İnsanlar arasında eşitliği sağlayıp bu yanlış anlayışı ortadan kaldırmak isteyen Peygamber Efendimiz, azatlı kölesi ve evlâtlığı olan Zeyd bin Harise’yi (ra) Hazret-i Zeynep ile evlendirmek istedi. Böylece, insanları hür ve köle diye ikiye ayıran anlayışa büyük bir darbe vurulacaktı.

Evlâtlığı Zeyd için, Hazret-i Zeynep’e dünür giden Peygamber Efendimiz, hala çocuklarına teklifini açıkladı. Ancak, bu evliliğe ne Zeynep, ne de kardeşleri sıcak bakmadılar. O zamana kadar süregelen ve adeta yazılı olmayan kanun hükmünde olan örfe aykırı bu teklifi kabullenmek kolay değildi. Diğer taraftan Peygamber Efendimizin talebini geri çevirmek, isteğine karşı gelmek veya kabul etmemek hiçbir Müslüman’ın yapacağı bir iş değildi. Hazret-i Zeynep de hiç istemediği bu evliliğe, Peygamber Efendimizi kırmamak ve teklifini reddetmemek için, rıza gösterdi ve kabul etti.

Hazret-i Zeynep ve Hazret-i Zeyd’in evliliği arzu edilen mânâda yürümedi. Aralarında sıcak bir sevgi ve muhabbet oluşmadı. Zamanla geçimsizlikleri de arttı. Evliliklerinin uzun süre yürümeyeceğini anlayan ve kendini Hazret-i Zeynep ile denk görmeyen Zeyd, boşanma isteğini Peygamber Efendimize bildirdi. Evlenmelerini sağlayan Peygamber Efendimiz bu duruma çok üzüldü ve evliliklerini sürdürmeleri hususunda nasihatte bulundu. Eşini hoş tutmasını tembihledi. Ancak, iki cihan saadetine vesile olacak sıcak bir yuva ortamı oluşmadı ve evlilikleri boşanma ile neticelendi.

Hazret-i Zeynep ve Hazret-i Zeyd’in evlilikleri her ne kadar boşanma ile neticelense de, çok önemli icraata vesile olmuş ve cahiliye döneminin önemli bir adeti ve anlayışı ortadan kaldırılmıştı. Daha sonra bu şahıslar yine önemli yanlış ve uygulamalara sebep olan başka bir geleneğin kaldırılmasına da konu olacaklardı. Yine o zamanki anlayışa göre; kurumlaşan evlâtlık sisteminde, evlât edinen edinilenin adeta öz babası gibi telâkki edilir ve bu şekilde hükme varılırdı. Evlâtlık öz babası yerine kendisini evlât edinenin ismiyle çağrılırdı. Oysa ki, evlâtlık ile öz evlât arasında çok büyük bir fark olup hiçbir zaman öz baba yerine ikame edilemezdi. Bu anlayış da âyet-i kerime ile ortadan kaldırıldı. Nazil olan Ahzab Sûresi’nin 4 ve 5. ayetlerinde Cenâb-ı Hakk mealen şöyle buyurdu:

” Allah, hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır. Kendilerine zıhâr (”Zıhâr”, bir kimsenin eşine, “Sen bana anamın sırtı gibisin” demek sûretiyle onu kendisine haram kılması demektir) yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. Yine evlâtlıklarınızı da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir. Onları babalarına nispet ederek çağırın. Bu Allah katında daha (doğru ve) adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata ile yaptığınız bir işte size hiçbir günah yoktur. Fakat kasten yaptığınız şeylerde size günah vardır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Bu âyetlerin nazil olmasından sonra evlâtlıklar kendi öz babalarının ismiyle anılmaya başlandılar. Bir süre sonra nazil olan aynı sûrenin 37. âyetinde de söz konusu anlayışı tamamen ortadan kaldıracak emir geldi; “Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, ‘Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın.’ diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlâtlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.”

Âyetlerin nazil olması ve İlâhî emre itaat eden Peygamber Efendimizin Hazret-i Zeynep ile evlenmesi, İslâm düşmanları için yeni bir propaganda aracı oldu. Münafıklar ve müşrikler bu durumu Peygamber Efendimizi karalamak için kullanmaya başladılar. Oysa ki, bu evlilikte Peygamber Efendimizin hiçbir dahli olmadığı gibi, Zeyd’in hanımını boşamaması için nasihatte bulunmuştu.

Risâle-i Nurda bu konu; “Zeyd (r.a.), rivayet-i sahiha ile itirafına binaen, izzetli zevcesini kendine mânen küfüv (denk) bulmadığı için tatlik etmiş. Yani, Hazret-i Zeyneb, başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış ve bir peygambere zevce olacak fıtratta olduğunu, Zeyd ferâsetle hissetmiş. Ve kendisini ona zevc olacak fıtratta kendine küfüv bulmadığından, mânevî imtizaçsızlığa sebebiyet verdiği için tatlik etmiştir. Allah’ın emriyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm almış. Yani, (âyetin) işaretiyle, o nikâh bir akd-i semâvî olduğuna delâletiyle, harikulâde ve örf ve muâmelât-ı zâhiriye fevkinde, sırf kaderin hükmüyledir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o hükm-i kadere inkıyad göstermiştir ve mecbur olmuştur; nefis arzusuyla değildir.” şeklinde ifade edilmektedir. “…büyüklerin küçüklere ‘oğlum’ demeleri, zıhar meseleleri gibi, yani karısına ‘Anam gibisin’ dese haram olduğu gibi değildir ki, ahkâm onunla değişsin. Hem büyüklerin raiyetlerine ve peygamberlerin ümmetlerine pederâne nazar ve hitapları, vazife-i risalet itibarıyladır; şahsiyet-i insaniye itibarıyla değildir ki, onlardan zevce almak uygun düşmesin.” (Mektubat, s. 32). İfadelerinden de âyetin işaretiyle umumu ilgilendiren bir hüküm getirildiği anlaşılmaktadır.

Hazret-i Zeynep, Peygamber Efendimiz ile Hicret’in beşinci senesinde evlendi. İbadete düşkünlüğü ve takvasıyla ön plana çıktı. Dürüstlükten hiç ayrılmadı. Münafıklar Hazret-i Aişe’ye (ra) iftira attıklarında, onu savundu ve dürüstlüğüne şahitlik etti. Hazret-i Aişe de Zeynep için; dini yaşama konusunda ondan daha hayırlı, ondan daha çok Allah’tan korkan, akrabalarını gözeten, fakirlere sadaka veren bir kadın görmediğini söyledi. Hazret-i Zeynep, Hazret-i Ömer (ra) tarafından kendisine verilen maaşı olduğu gibi fakirlere dağıttı. Kâinatın Efendisinin vefatından sonra kendisine kavuşan ilk hanımı oldu. 53 yaşında Medine’de vefat etti. Akabinde Cennetü’l-Bâkî mezarlığına defnedildi.

Views: 2097 | Added by: mesudum | Rating: 0.0/0 |
Total comments: 0
Only registered users can add comments.
[ Registration | Login ]
Foruma Giriş
Giriş:
Şifre:
 

Takvim
«  Eylül 2008  »
PzPztsSlÇrşPerCuCmrt
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
282930

Arama

Dost  Siteler

İstatistikler

Toplam Kullanıcı: 1
Konuk: 1
Kayıtlı: 0

Copyright MyCorp © 2024